20 Aralık 2013 Cuma

Çok İstiyorum Neden Olmuyor? Çok İstiyorsun Diye Olmuyor!

Duygu terapisti Özlem Hatipoğlu çok önemli bir konuya değinmiş, ben de sizlerle paylaşmak istedim. Dikkatle okuyun ve uygulayın faydasını göreceksiniz bence. Ben uygulamaya başladım.

Çok İstiyorum Neden Olmuyor? Çok İstiyorsun Diye Olmuyor!

Bir şeyi çok isterseniz olmaz. Neden olmaz? Çünkü çok istiyorum demek “Bende yok,” demektir. “İhtiyacım var,” demektir.
Her zaman söylediğim gibi, ne düşünüyor, ne söylüyor ve ne hissediyorsanız evren size onu verir. Bu yüzden bir şeyi istiyorsak “istiyorum,” demek yerine o şeyin frekansına uyumlanmanız gerekir. Bu uyumlanma için de “Bende zaten var, hem de çok var ve ihtiyacım yok!” yayını yapmalısınız. Bunu yapabilmek için söylediklerinize çok dikkat etmelisiniz.

Bir çok kişi yeteri kadar paraya sahip olamamaktan şikayetçi. Ve dikkat; şikayet ettiğimiz şeyi hayatımızda çoğaltırız! Bu yüzden ne dediğinize ve ne düşündüğünüze dikkat edin. Gün içinde sürekli söyle diyorsunuz: “Param yok, param bitti. Borçlarımı ödeyebilecek miyim, ay sonunu getirebilecek miyim?” Bütün bu sözler ve düşünceler endişe dolu ve yokluk enerjisi yayıyorlar. Ve siz hala “Param olsun, bunu çok istiyorum ama bir türlü olmuyor, neden?” diye soruyorsunuz.

Ne derler bilirsiniz: Para parayı çeker. Bu söz boşuna söylenmemiştir. Parayı çekmek için paranız olduğunu düşünmeli, hissetmeli, söylemeli ve bunun için şükretmelisiniz.

Bir EFT seansında maddi durumu gayet iyi olan bir danışanıma, varlık bilincinin gerçekten sağlam olup olmadığını kontrol etmek için “Varsayın ki bütün malınız mülkünüz yandı ya da iflas ettiniz, bir liranız bile kalmadı. O zaman ne olur?” diye sordum.

Kılı kıpırdamadı ve bana dedi ki: “Allah ne yapar eder, piyangoyu bana çıkartır, yine de beni parasız bırakmaz, benim param hep olur.” İşte varlık bilinci budur; bu bilinçte olduğunuz sürece para size her zaman gelir. Çünkü bu durumda “Benim param var, zaten çok param var, ben çok zenginim. Ne kadar harcasam da bitmez, çok şükür,” demektesinizdir. Ve evren sizi onaylar.

Şimdi diyeceksiniz ki "parası olan tabii ki bunu rahat söyler; bizim de olsa biz de söylerdik". Eh, işte maharet burada başlıyor. Yoktan var edeceksiniz. Madem ki istiyorsunuz, kendiniz için yaratacaksınız. Bir kere gözünüz üzerinizde olsun. Ne söylüyorsunuz? Ne düşünüyorsunuz? Ne hissediyorsunuz? Bunun şakasını bile yapmayın çünkü evren şakadan anlamaz. Hiçbir zaman “Param yok, param bitti,'' gibi şeyler söylemeyin; sadece var olana odaklanın.

Yaratım için en güzel zaman, zihnin sakinleştiği ve aradan çıkmaya hazır olduğu zamandır. Bu zaman da uykuya dalmadan önceki ve uyandıktan hemen sonraki beş dakikadır. Bu zamanlarda zihin dingindir ve kendi bilinçaltımıza ekim yapmak için en uygun saatler bunlardır.

Evet, demek ki bugünden itibaren her gece ve her sabah, her ne istiyorsak o bizde varmış gibi şükretmeye başlıyoruz.

“Olmayan şeye nasıl şükredeyim, ne kadar saçma!” diyorsunuz değil mi? Şimdi size zihninizi ikna edebileceğiniz bir yöntem öğreteceğim. “Bu yaptığım çok saçma!” düşüncesinden çıkmak için işe sahip olduğumuz şeylere şükrederek başlamamız gerekiyor. Her neye sahipseniz ona şükretmeye başlayın. "Ayaklarım var; şükürler olsun, gözlerim görüyor; şükürler olsun" vb. (aklınıza gelen her şeyi sayın. Saçma da olabilir, önemli değil. Yeter ki zihin onun varlığını bilsin ve kabul etsin) sahip olduğumuz şeyleri sayarak kendimizi şükür frekansına yükseltmiş oluruz. Ve bunlara gerçekten sahip olduğumuz için de zihin itiraz etmeden dinler. Şimdi zihni oyuna getirelim: Bunları sayarken arada ne istiyorsak onu da sıkıştırıyoruz. "Param var; şükürler olsun, evlendim; şükürler olsun, çocuğum; var şükürler olsun, ev aldım; şükürler olsun, sevgilim var; şükürler olsun, çok mutlu bir aşk yaşıyorum; şükürler olsun, sağlıklıyım; şükürler olsun" ve tekrar olanları saymaya devam "ince bir bedenim var; şükürler olsun..."

Haydi bakalım, işe bu geceden başlayın.

Tüm dilekleriniz gerçek olsun. Ve de öyle oldu...

Sevgiyle...

ÖZLEM HATİPOĞLU

Facebook: Özlem Ruhsal Şifa Hatipoğlu

Facebook Grup: DUYGU TERAPİSİ EFT

Mail: ozlmhatipoglu@gmail.com

Kaynak: Ailemveben.eu

12 Aralık 2013 Perşembe

Evdeyazar'ın Hediye Sepeti Sürprizi

Başarılı bloglar arasında göze çarpan Evdeyazar, çok güzel bir yılbaşı çekilişine imza atıyor! Evdeyazar , düzenlediği ilk çekilişle takipçilerine dolu dolu YILBAŞI SEPETİ hediye ediyor.
Firststeps sponsorluğunda gerçekleşen bu çekilişle kazanacağınız hediye sepetini ister kendinize, isterseniz sevdiklerinize hediye edebilirsiniz.

Çekiliş detayları için buraya tıklayabilirsiniz.

Bir Canlıyı Öldürmekten Keyif Almak Nasıl Birşey?

Ailemveben.eu'daki yeni yazım
Geçen Pazar sabahı baktım, babam televizyon izliyor, belgesel.
Belgesel izlenir bizim evde, babam özellikle doğa belgesellerini çok sever. Ben vahşi doğa belgesellerinde yırtıcı hayvanların güzelim hayvanları öldürüp parçalama sahnelerini izleyemem, kalkarım hemen televizyonun başından.

Pazar günkü belgeselde karacalardan bahsediliyordu, evin içinde dolaşıp bir şeylerle uğraşırken, belgeseli de dinliyordum. “Bu güzel hayvanları vurmanın en keyifli yanı onları hızla koşarken vurmak, hatta böyle havadayken vurmak” diyordu adam. “Ne???” Televizyona koştum, “vurdu mu yani şimdi, baba bu adam öldürdü mü şimdi bu hayvanı?” Ben doğa belgeseli izlediğimizi sanıyordum, meğer avcılık belgeseliymiş. Adam keyifle devam ediyor, vurduğu güzelim karacayı yerde gösteriyor, “Boynuzların parlaklığına bakın, bir de diğer karacaya bakın”. Adam avcı ve karacaları vurmuş, ballandıra ballandıra anlatıyor. Kamyonetin arkasına yüklüyorlar zavallı karacaları, bu sırada adam anlatmaya devam ediyor, “yeni vuruş şekilleri deneyeceğim, bunları diğer programlarda anlatırım” diyor.

Hayvanın hayvanı öldürmesini izleyemeyen ben, yanlışlıkla avcılık belgeseli izlemiştim yani. Üzüldüm, sinirlendim. Bir canlıyı öldürmenin keyfinden nasıl bahsedebilir bir insan? Böyle bir şeyden nasıl keyif duyabilir?

Durup durup söylendim, “ Koyunu, kuzuyu, tavuğu kesiyorsunuz, balıkları avlıyorsunuz yemek, yedirmek için, tamam. Ama doğada kendi halinde gezinen şu hayvancıklardan ne istiyorsunuz?”
Anlamıyorum ben; zevk için hayvan öldürmeyi anlamıyorum. “Avcılık bir spordur” demesin kimse bana, bir canlıyı öldürmeyi spor olarak asla kabul etmem.
İşin içinde mecburiyet varsa, dağda, bayırda aç kalıp yiyorsa veya başka bir geçim ve karnını doyurma şansı yoksa tamam; ama özel olarak organizasyon yapıp, av partileri düzenleyip gidip ceylan, karaca, kuş vurmak, spor değil, olsa olsa saldırganlık ve öldürme güdüsünün dışavurumudur.
Boğa güreşlerine de aynı nedenle karışıyım. Bunun gelenek olarak ele alınıp yasaklanmamasını da kınıyorum.

“Doğanın dengesi gereği hayvanların ölmeleri gerekiyor” diyebilirsiniz; doğada zaten doğal şartlarla ölüyor hayvanlar, bir de sizin gidip onları koşarken, havadayken büyük bir zevk duyarak kurşunlamanız gerekmiyor.

Karşıyım, hayvanların zevk için öldürülmelerine karşıyım, bir canlıyı öldürürken duyulan zevkin ekranda dile getirilmesine karşıyım…

Selen Genç
İletişimci, Adli Bilimler Uzmanı (M.A.)

Link vermek gerekirse; Ailemveben.eu

20 Şubat 2013 Çarşamba

Yağmur

Ailemveben.eu’da yayınlanan yazım

YAĞMUR
“Bu yağmur, ah bu yağmur, seni bana getirsin…”
Dışarıda yağmur yağıyor, ben sevdiğim bir şarkıyı mırıldanıyorum…
Kaç gündür yağmur yağıyor. Ne de güzel yağıyor. Yağsın, içimizi temizlesin. İçimizdeki bütün kederi, kırgınlığı, yorgunluğu, yılgınlığı alsın, akıtsın gitsin…
Yağmur bizi bize getirsin… Yanılgılarımız, pişmanlıklarımız, keşkelerimiz, niçinlerimiz derelere, göllere karışsın gitsin. Kendimize ve başkalarına yaptığımız haksızlıklar uzaklaşsın, yok olsun…

Seviyorum yağmuru. Yağmur ümit veriyor. Yenilenme, tekrar yeşerme ümidi…
Ağlamak da aynı yağmur gibi, ferahlatıyor insanı, tazeliyor.

Akan gözyaşlarımız, içimizin yağmurları...
Yağmurun toprağı yumuşatması gibi, tozu kiri yıkayıp götürmesi gibi, gözyaşları da içimizi yumuşatıyor, içimizdeki kiri, pası, öfkeyi, umutsuzluğu alıp götürüyor.

Ağlamak güzel, yağmur da güzel…
İyi ki yeryüzü için yağmur, insanlar için de gözyaşı var…

Şarkımı söylemeye devam…
“…Bu yağmur getirecek mutlu, güzel ne varsa…”

Kaynak: Ailemveben.eu

Neye Göre, Kime Göre Güzel?

Kadın haberleri.net’te yayınlanan yazım
Neye Göre, Kime Göre Güzel?

Televizyonda çok izlenen bir yarışma programı. Çiftler yarışıyor, kazanan çift arabayı alıyor. İzleyiciyi haftasonu akşamları ailece televizyon karşısına geçiren, eğlendiren bir program. Dün akşam izlerken, bir oyun hiç hoşuma gitmedi.

Oniki genç kadını yan yana dizdiler, yarışmacılardan önce kadınlar puan verdi; en az beğendiğine 1, en çok beğendiğine 12 puan. Sonra eşleri çağırıldı, onlar da genç kadınlara puan verdi. Aynı puanları vermişler mi, diye bakıldı. En uzun boyluya, saçı başı en havalı olana en yüksek puanı vermeye çalıştılar.

Eşlerin aralarındaki konuşmalar da ibretlikti. ”Ama hayatım, sen sarışın sevmezsin ki, ama aşkım, onun boyu en uzundu, baksana ona hiç on puan verilir mi, bak öbürü daha zayıf… Erkekler genç hanımlara puan verirken eşlerine karşı mahçup oluyorlar, “Gözüm senden başkasını görmüyor, en güzeli sensin” diye gönül almaya çalışıyorlar. Sunucu, “Bütün kızlarımız çok güzel, bütün kızlarımıza 12 puan, bütün eşlere de 13 puan” diyerek durumu toparlamaya çalışıyor. İzlerken fenalık geçirdim, ağlayayım mı, güleyim mi şaşırdım.

Güzellik yarışmalarına karşı olan, güzellik gibi göreceli bir kavramın yarıştırılmasının saçmalığına inanan biri olarak, çoluk çocuk ailece izlenen, sevilen bir eğlence programında böyle bir oyunun oynanmasından hiç hoşlanmadım.

En uzun, en zayıf olana, en gösterişli olana en yüksek puan veriliyor, peki bunu izleyen 1.60 boyundaki, 60 kilodaki standart Türk kadını ne yapsın, ölsün mü?

Güzel, neye göre güzel, kime göre güzel? Güzelin tanımı, tarifi, şartı şurtu nasıl olur? Ayıptır, yazıktır, günahtır…

Kadını, erkeği, çocuğu, yani insanı metaya, tüketilecek bir ürüne dönüştüren, güzelliği, gençliği, aşkı tüketim aracı haline getiren sistemden kaçış yok. Kaçamıyoruz, ama fark edelim ve karşı çıkalım en azından.

Yapmayalım, etmeyelim, insana, insanlığımıza saygı duyalım; selvi boyu, incecik bedeni, lepiska saçları veya kaslı vücudu, boyu-posu ve kirli sakalı için değil, yaradılanı sevelim, Yaradan’dan ötürü…

Kadın haberleri.net

28 Ocak 2013 Pazartesi

Samiye Özbaş Soysal'dan Haftalık Astrolojik Yorumlar

Vatan Gazetesi Astroloji Yazarı Samiye Özbaş Soysal haftalık astrolojik yorumlarla sorularımıza yanıt veriyor...
Yorumlar için tıklayınız

9 Ağustos 2012 Perşembe

Öfke Yüreğin Kiridir

Neden öfkelenmek, hoş görmekten, kin duymak, affetmekten daha kolay gelir bize? Öyle midir gerçekten? Öfke yüreğin kiridir oysa, kin duymak da o kirin lekeye dönüşmesidir. Yani bana göre öyledir. Biz biz olalım, kirleri biriktirmeyelim, akıtalım gitsinler anında; yüreğimizi lekelerden koruyalım böylece. Yoksa, yaşadığımız her ana bulaşır yüreğimizdeki kir, her güzelliği gölgeler yüreğimizin lekesi. Bulanık yaşarız tüm sevinçleri, içimizdeki gizli odalardan taşan kara kinle. İnsan herşeyde kötüyü arar, ruhunun derinliklerindeki öfkeyi, kini söküp atmadıkça. İyiyi gölgeler öfke, umudu gölgeler; beyazları griye, zamanla siyaha çevirir… “Bir anlık öfkeme kapıldım” deriz. Ne de çabuk kapılıveririz öfkeye. Oysa olumlu şeylere o kadar kolay kapılıp gitmeyiz, mesela umuda… Ümidini her zaman koruyan insanlara bıyık altından güleriz, ”hayalci bu, ”deriz. Umutlu olmayı hayal kurmakla eş tutarız, ‘Polyannacılık’ sayarız. Öfke ve diğer olumsuz duygular ise, daha gerçek gelir bize. Daha elle tutulurdur bizim için, daha içimizde. Damarlarımızda dolaşır öfke, şiddete dönüşür, yıkar, döker. Çoğumuz için anlık bir meseledir bu. Çok kolaydır yani öfkelenmek. Umut ise, emek ister, beklemeyi, sabırlı olmayı gerektirir. Sabır ve sevgiyi umuda dönüştürsek; bir izin versek damarlarımızda öfke yerine sabır, sevgi ve umudun dolaşmasına. Ah, bir izin verebilsek… İstediğimiz, beklediğimiz şey geciktikçe, sabrımız zorlanır. Bu zorlanmaya rağmen devam edebilmektir umut; sabır sınavı gibi birşeydir yani. Her defasında hayırlı sonuç alınan bir sınav… Büyüyememek, olgunlaşamamaktır aslında çabucak öfkeye kapılmak, öfkeye hakim olamamak. İsteği anında yerine gelmeyen küçük bir çocuğun, sabırsız ruh hali gibidir. Büyürsek, sabredip umutlu olmayı öğrenebilirsek, öfke çok daha seyrek olarak uğrar bize ve çok daha az yıkıcı olur. Sevgi, sabır ve umudu, iç dünyamızın merkezine koymayı başarabilirsek, öfkeden de, onun daha koyu hali olan kinden de koruyabiliriz kendimizi…